19 Kasım 2008 Çarşamba

2009 ÖSS' de değişiklik

ÖSS de fizik soru sayısı 26'dan 20'ye çekildi... Bu şahane kararın hangi gerekçe ile, hangi bilir kişilerin kararıyla verildiğini ve dahası o bilir kişilerin de nasıl seçilip yetkilendirildiğini merak ediyorum doğrusu. Merakımı gidermek üzere yaptığım araştırmalardan da henüz tatminkar bir sonuç elde edebilmiş değilim

Dershanelerde fizik derslerini haftada 4 (kimi dershanelerde 5), kimya derslerini 3, biyoloji derslerini de 2 saat yaparak ÖSS hazırlığı gerçekleştirilir. Ders saatlerini de tabii ki müfredatların yoğunluğu belirler. Ders saatlerinden anlaşılacağı üzere, neredeyse biyoloji dersinin iki katı konu işlenen fizik dersi ile ilgili soru sayısının biyoloji ile aynı olması öğrenciye de öğretmene de haksızlıktır bana kalırsa.

Bu haksızlık, her yıl sınav sonunda kabak gibi açığa çıkan Türk Milli Eğitim Sistemi'nin üstün başarısızlığını örtbas etme araçlarından biri değildir umarım.

Benim aklıma daha mantıklı bir açıklama gelmiyor ne yazık ki. İşlenecek konu miktarını aynı bırakıp soru sayısını azaltmak hangi akla hizmettir henüz algılayabilmiş değilim. Algılayan biri varsa ve bana da açıklarsa sevinirim.

13 Kasım 2008 Perşembe

Motivasyon Eksikliği

ÖSS gruplarıyla her dersimin neredeyse 10-15 dakikası "motivasyon" konuşmalarıyla geçiyor. Diğer öğretmen arkadaşlarımla ettiğim sohbetlerden çıkan sonuç bu durumun benim öğrencilerime ya da bizim dershane öğrencilerine ait bir durum olmadığı. Çocuklarda genel olarak bir isteksizlik, bir motive olamamışlık var. Peki bu motive olamayan çocukların problemi ne?

Bir kere girecekleri sınavın çapından habersizler. Bir kısmı bu sınavı bu güne kadar girdikleri okul ya da dershane sınavlarında olduğu gibi "bir şekilde" atlatacaklarını umuyorlar, gayet hayalperest bir biçimde. "Okul sınavlarına da çalışmadan girip geçiyoruz nasıl olsa" gibi bir yanılgıları var. ÖSS'ye kaç kişinin girdiğinden, genelin nasıl hazırlandığından, bunu temelde nasıl bütün öğrenim hayatına yayılması gereken bir hazırlık olduğundan habersizler.
Bir de yine sınavın çapını doğru kavrayamayıp, diğerlerinin aksine gözlerinde fazlaca büyüten bir grup var ki, onlara göre zaten çok geç kalınmış, yapılacak hiç birşey kalmamış durumdadır. Önlerinde dağ gibi yığılmış bilgiler, kısıtlı bir zaman, çevrenin beklenti dolu bakışları ve ortalıkta harıl harıl çalışan, özel dersler alan, başarılarını net olarak sergileyen rakipler gibi sonsuz sorun yığılmıştır. Sınava giren herkesin kendi rakipleri olmadığını, herkesin farklı kulvarı ve hedefleri olduğunu, sadece kendisiyle aynı hedefleri gözüne kestirmiş olanları rakip alması gerektiğini farketmez.

Sonuç olarak her iki grup ta kendi içlerinde daha baştan havlu atarlar. Ancak çevreye, anne babaya, arkadaşlarına, hatta kendilerine karşı sürdürmeleri gereken rol gereği de sınav koşuşturmacasında sürüklenmeye devam ederler. Bu durumda sürekli ve sık sık dışarıdan motive edilmeleri gerekir çünkü içeride hiç bir itici güç çalışmamaktadır.

Bir başka sorun çocukların/gençlerin öğrenmekten zevk almamaları. Geçmiş yaşantılarında kendilerine bilmenin, öğrenmenin hazzını verememişiz ne yazık ki. Bunun eğitim sisteminin olduğu kadar ailelerin de hatası olduğunu düşünüyorum. Yaşadığımız toplumda öğrenmek bir angaryadır. Kaç kişi okul ile yani zorunlu öğrenme ile ilişkisi bittikten sonra öğrenmeye devam ediyor bu toplumda? Kaç kişi zorunluluk dışında birşey öğrenmek için bir kursa gidiyor? Hatta okumayı bile birakıyoruz neredeyse zorunluluk kalkınca. Bilgi içeren sohbetler yapan insanları sıkıcı ilan ediyoruz, tercihimizi mütemadiyen boş sohbetlerden yana kullanıyoruz. Kaç anne baba çocuğuna "ne öğrendin bugün" diye soruyor "yazılıdan kaç aldın?" demek yerine? Çocuklar kurcalayarak öğrendikleri bilgiler için takdir edileceklerine kırdıkları, bozdukları, karıştırdıkları için azar işitiyorlar genellikle. Sonuçta minik beyinlerine "kurcalama, soru sorma, iyi not al yeter, büyüyünce bişey öğrenmek zorunda kalmayacaksın, şimdilik durumu idare et yeter" gibi yanlış bilgiler gidiyor sürekli.

Ve sorumluluk alamama hali... Meşhur "çocuğunuzla arkadaş olun" lafı ile büyüdü pek çok çocuk. Çocuklara özgüven yüklemeyi amaçlayan o laf ve uzantıları yanlış anlaşıldı bana kalırsa. Onlarla arkadaş olma lafını, onların nazında oynama, her yaptıklarını alkışlayıp eşlik etme olarak yorumlayıp sonuçta da kontrolü elden kaçırdılar çoğunlukla ebeveynler. Çoğu öğrencimin anne babasını parmağında oynattığını, kolaylıkla kandırabildiğini, gözle görülen hatalarına ortak ettiğini hayretle ve üzülerek görüyorum. Çocuklarınızla arkadaş olmayın lütfen! Onların arkadaşları var, sokaklar arkadaş dolu ve çocuklarınız istediklerinde istedikleri kadar edinebilirler. Onların anne-babalarına ihtiyaçları var. Çocuklar anne-baba otoritesinin aynı zamanda güven demek olduğunu, pek çok yasağın aslında onları korumaya yönelik olduğunu hissederler. Yasakları delme, başkaldırma uğraşları yaşlarının, arkadaş edinme çabalarının, doğru düşünememelerinin (e çocuk netekim:) hatta bazen o sevginin ve güvenin sınırlarını kontrol etme içgüdülerinin sonucudur.

Yetişkin olan sizsiniz ve onu incitmeden, özgüvenini yıkmadan, size bağımlı hale getirmeden kontrol edebilmek zorundasınız. Bunu nasıl yapacağınızı bilmiyorsanız, bir kitap alıp öğrenmeyi deneyebilirsiniz, bu da sizin için iyi bir başlangıç, çocuğunuz için nefis bir örnek olur.
Aksi halde kendine iyi bir hayat kurmak için çalışmak, terlemek, yarışmak gücünü kendinde bulamayacak kadar özgüveni zayıf bir çocuk yetiştirmiş olursunuz ki bu yapıda bir çocuk hayatın pek çok sınavında aynı mutsuzluğu yaşaması kaçınılmazdır.

21 Ekim 2008 Salı

Eğitim CD' leri

 
Bu gün Gülay'cığımla oturup eğitim setlerinden birini daha inceledik. Daha önce de gözden geçirdiğim, hatta okul öğretmenliği dönemimde derslerimde de faydalandığım setler olmuştu.

Bu setler, bilgisayar teknolojisini daha aktif kullanabilmek amaçlı olarak oluşturulmuş, genellikle 45-50 CD'lik fizik dersi konu anlatımlarını içeriyor. Kimileri bir fizik öğretmeninin tahtada anlattığı dersi kayda almış olup hiç bir farklı özellik barındırmıyor. Yıllardır televizyonda verilen açıköğretim derslerinin lise düzeyine uyarlanmışı... Ben izlerken, soru çözümlerini takip ederken, uyumamak için özel bir enerji harcamak zorunda kalıyordum ki zavallı öğrencilerin halini düşünmek bile istemiyorum.

İkinci grup setler ilkine göre daha özenli hazırlanmış. Bu gün incelediğimiz de onlardan biriydi. Konu anlatımlarının arasına sıkça şekil yerleştirilmiş. Ancak başlıbaşına şekli görmenin yeterli olmadığı konusu ihmal edilmiş. Genellikle içerisinde sadece bir metin (tanım, özellik, kural, not vs.) içeren yansılar öğrenci için bir anlam ifade etmez. Metinlerin yanına yerleştirlecek bir şekil, daha güzeli üç boyutlu bir animasyon onların işini çok daha kolaylaştırabilir.

Eğitim CD'lerinden almak isteyen öğrenciler için önerim şudur: İnternet üzerinde gerek açık lisenin, gerekse pekçok fizik öğretmeninin kişisel sitelerinde benzer ders anlatımları var. Bu derslerden birkaçını tam bir ders konsantrasyonu içinde izleyin ve eğer yararlı olduğuna inanırsanız bu CD'lerden alın. Bu setleri edindikten birkaç hafta sonra kenara atan pek çok öğrencim oldu benim.

Ben varolanlar içinde henüz aradığım yeterlilikte bir CD seti bulamadım, bulan olursa haber ediversin :)

19 Ekim 2008 Pazar

Manyetizma zor bir konu mu?

Bu aralar lise son sınıf öğrencilerim çok dertli. Okulda manyetizma ile yüzleştiler ve genellikle pek hazzetmediler. "Aman hocam manyetizmadan hiiiç bişeeeey anlamadık!" diyenin haddi hesabı yok. Halbuki manyetizma, ÖSS fiziğinin pek çok konusuyla kıyaslandığında, kolay bir konu bana kalırsa. Formüller ve çoğunlukla bu formüllerin basit sayısal uygulamaları var, soru çeşitliliği de çok fazla değil. Peki ne oluyor da gözleri korkuyor bu gençliğin?

Benim saptadığım nedenlerden ilki bilinmeyenden korkma... Daha önceki öğrenim yaşantılarında pek de lafı geçmeyen manyetizma, terimleri ve ifade tarzı açısından biraz sert geliyor kulağa. "Üzerinden akım geçen düz bir telin çevresinde oluşan manyetik alan", "yüklü bir parçacığın manyetik alandaki hareketi" gibi uzun ve afilli başlıklar atıp "elektromanyetik indüksiyon", "selenoid", "manyetik kuvvet" gibi laflar ediyorsunuz ki, ben bunları her telaffuz edişimde sınıfımın yüzünde güller açıyor; alı al, moru mor güller:)

İkincisi, öğretirken biz öğretmenlerin seçmiş olduğu yöntemler... Çoğu öğretmenim, kavramları-tanımları açıklama, gerçek hayatla bağlantı kurma, üç boyutlu olarak gösterme gereği duymuyor ne yazık ki. Bugün bir kez daha gözlemledim ki, "üzerinden akım geçen düz bir telin çevresinde manyetik alan oluşur" gibi lafların öğrencide herhangi bir karşılığı yok. Söylenenin ne anlama geldiğine dair, o alanın nasıl birşey olacağına, ne yönde olacağına, manyetik alan denen şeyin nasıl gösterileceğine dair de fikirleri yok doğal olarak. Eğer öğretmenim sadece tanımı vermekle yetinmişse, öğrencinin bu konuyla alakası da ancak buraya kadar olabiliyor işte... Sonrası, teneffüsü bekleyip hayal kurmaca. Fizik derslerinin genelinde karşılaştığımız ve tabii ki manyetizmada da belirginleşen başka bir sorun da, gençliğin üç boyutlu düşünmede zorlanma, bağlantı kuramama, bilgi türetememe problemi ki işte benim asıl yaram bu üç nokta... Ben "fiziksel düşünmeyi bilmek" tanımının içine alıyorum bu yetileri ve zamanında geliştirmeyen öğretmenleri, çevreyi, toplumu kınıyorum.

Gençlik havada uçuşan, puzzle'da yerini bulamadığı bilgiler gezdiriyor aklında. Örneğin, aynı soruda paralel plaka-dinamik-manyetizma bilgisi sorgulanınca haksızlığa uğramış hissediyor kendini. Arşimet sorularını çözebilmek için denge bilgisi kullanmak hayrete düşürüyor onları. Bir sistemin çalışması için bilgiler bütünü gerektiğini çok geç öğretiyoruz onlara ne yazık ki ve bunu öğrendiklerinde fizikten, sorgulamaktan, merak etmekten, öğrenmekten yeterince nefret etmiş oluyorlar.

Ümit verici olan öğrencilerinize fiziği doğru dürüst anlatırsanız -vektör, denge ya da manyetiznma farketmez- öğrenmeye, sevmeye, sorgulamaya karşı o kadar da dirençli olmadıklarını göreceksiniz. Derse "Aman hocam manyetizmadan hiiiç bişeeeey anlamadık!" diye gelen öğrenciler bir iki saat sonra "Bu muymuş yahu!" diyecekler. Kendilerine sevgiyle...

ACELEYE GEREK YOK

İyi ÖSS gruplarıyla derse başlarken, özellikle de iyi bir grupla çalışırken, vektör, denge , moment gibi konular sıkıntılıdır. Öğrenci bu konulara hakim hisseder kendini, bir an önce diğer konulara geçmek ister. Sözlü olmasa da tavır ve davranışlarıyla hissettirir bu talebini. Onlara uymamak gerekir. Birincisi, çoğunlukla konuya zannettikleri kadar hakim değillerdir ve bu açık ilerleyen konularda kendisini gösterir. O zaman geriye dönüp telafi yapmak için çok geç olmuş olabilir. Üniversite hazırlığı, bütün bilgilerin üst üste, sağlam yerleştirilmesi demektir. Alt tuğlalardan birindeki yamukluk öğrenciyi ve öğretmeni bir yıkıntının altında bırakabilir.

İkincisi, onlar ne kadar iyi bilirlerse bilsinler, öğretmenin ekleyebileceği yeni bir yöntem, farklı bir bakış açısı, kestirme bir yol mutlaka vardır.

Üçüncüsü, sınıfta mutlaka kendisini yetersiz hisseden başka öğrenciler vardır ve onlar, özellikle dönem başında, hızlı ilerlemek isteyen,"biz bunları biliyoruz geçelim" diyen arkadaşlarına itiraz edemez, akıntıya kapılırlar. Onların öğrenme ihtiyacını görmezden gelmek haksızlık olacağı gibi ilerleyen konularda mutlaka öğretmenin de öğrencinin de başına dert olur.

25 Mayıs 2008 Pazar

HANGİ DERSHANE

Bu yılın ÖSS ve OKS adaylarının parkurlarını tamamlamak üzere oldukları şu günlerde bir sonraki yılın adayları hazırlıklarına başladılar bile. Sağdan soldan "Bizim çocuğu hangi dershaneye gönderelim sence?" soruları gelmeye başladı. Oy oy oy oy oyyyyyyyyyyyy... İşte bu benim karşılaşmaktan çekindiğim sorulardan biri. Nedeni yardım etmekten kaçınmam değil elbet, ancak sorumluluktan kaçtığım bir gerçek. Çünkü var olan dershanecilik piyasasında, hala utanma duygusunu kaybetmemiş bir insansanız, sorumluluk almanın bedeli biraz ağır olabiliyor ne yazık ki.

Dershanelerle iş yaparken herşeyden önce bu kurumların eğitimci kimliklerinden çoktan sıyrılıp birer ticarethane oldukları gerçeğini kabul etmek lazım. Ben geçmişte Mart-Nisan ayında (sınava 3-4 ay kala yani) çocukların senetlerini ellerine verip "hadi canım kapatıyoruz" diyen kurum gördüm. Üstelik bu çocuk Mart ayında nereye gider, hangi dershane alır da sistemine dahil eder bunları, aradaki açıklar nasıl telafi edilir vs. gibi kaygılar duymadıkları, onların bir yıllarını ziyan ettiklerine üzülmedikleri gibi "son taksitlerini de almadık, senetlerini ellerine verip yolladık, ay ne süperiz" diye kendileriyle gurur duyuyorlardı. Yine başka bir kurumda öğretmenlerin ücretleri ödenmediği için neredeyse bütün bir kadro yıl içinde değişti de bir tek veli gelip "ne oluyor yahu, matematik gibi temel ve de sınav katsayısı yüksek bir derste bir yılda dört kez öğretmen değişir mi?" diye sormadı. Bir başka kurumda öğrencinin ödediği taksitler giriş kartına işaretlenir, hergün girişte tek tek kontrol edilen o kartlarda eksik ödeme varsa öğrenci sınıfa gidemez önce idari katta bir güzel terletilirdi. O saatte dersim olduğu bilindiği halde veliye şov yapmak üzere taaa Batıkent'ten Kızılay'a 40 dakikalık bir etüt için getirtilen öğrenciye ayıracak vaktim yok demiştim bir keresinde, idarecim cevap verdi "aman biraz oyala, iki üç sorusunu çöz gönder..." Konularını yetiştiremeyip "buralardan soru gelmez" diyen dershaneler, yıl içinde ders saatlerini azaltan dershaneler, ev gezmeleri yapıp öğrenci toplayacağız diye öğretmenlerini dersten alıp gezmeye götüren dershaneler biliyorum. Acı olan bunların sayıca hiç de az olmamaları. Hatta doğru düzgün çalışan kurum sayısının parmakla sayılabilecek kadar az olması ki onlar da var olan piyasada ayakta kalabilmek için ciddi efor sarfetmek zorunda kalıyorlar.

Bu şartlar altında birine bu kadar hayati bir konuda "şu dershaneye git, bu dershaneye git" demek zor geliyor bana. Benim önerimle kaydolmuş birine yukarıda saydığım türden haksızlıklar yapılırsa mahçubiyetini uzuuun yıllar üzerimden atamayacağımın farkındayım ki bu da mevcut dershanecilikle örtüşmeyen-örtüşmeyecek bir ruh hali.

Peki ne yapıyorum? Benim yöntemim şu: Benden bu konuda yardım isteyen eşe-dosta doğru dürüst çalıştığına inandığım (öyle devam edeceklerini umduğum) dershanelerin bir listesini oluşturuyorum ve diyorum ki:

Eğer, ben zaten başarılıyım, tek ihtiyacım bir program dahilinde kontrollü bir tempoda çalışmak ya da süper bir çocuğum, herhangi bir yer için değil zirve için çaba harcayacağım diyorsan, kendini büyük kalabalıklarda ifade etmekte, hocalarına kolay ulaşmakta, kendini belli etmekte zorlanmıyorsan 'kitle dershaneleri'ni öneririm. Çok şubeli, binlerce öğrencisi, çok sayıda öğretmeni olan kurumlardır. Hemen her sınıfın farklı seviye gurupları olur. Genellikle daha sistematik çalışırlar, daha programlıdırlar, kurumsal yapıları oturmuştur. Bunun avantajlarını yaşarsın, yayın, seviyene uygun sınıfa geçme vs. gibi konularda sıkıntı çekmezsin, kendini sürekli kalabalık içinde ölçme şansın olur.

Okulda yeterince başarılı değilsen, yani okul yaşantında bilgi anlamında eksiklerin oluşmuşsa ve bunları telafi etmede sadece ders dinliyor olmak sana yetmiyorsa, öğretmenine ulaşmada, kalabalıkta kendini belli etmede güçlük çeken bir insansan, özetle çok iyi bir öğrenci değilim ama istekliyim, yardıma ihtiyacım var diyorsan kitle dershanesini boşver. Biraz fabrikasyon tabir edebileceğimiz kitle dershanelerinde akıntıya kapılırsın, arada kaynar gidersin. Bu durumda bir öğrenci için 'kat dershaneleri' daha ideal olabilir. Daha küçüktürler, öğrenci sayıları en fazla 250-300 e ulaşır (pek çoğu 100-150'den fazla değildir) dolayısıyla öğretmene ulaşmak ta, onların sana ulaşması da, eksiklerini görüp tespit etmesi de daha kolaydır. Genellikle daha samimi ortamlar olduklarından öğrenci kendini daha evinde hisseder ve sınav temposunda rahatlık hissi önemlidir.

"Benim iç disiplin problemim var, kafama vurula vurula ders çalışmaya alışkınım." diyorsan, o zaman eğitim bürolarına gidebilirsin. Genellikle dersler 3-4 Kişilik gruplar ya da birebir dersler şeklindedir. Her nazın çekilir, birileri senin yerine hemen her ayrıntıyı düşünür sana sadece derslere girmek, soru çözmek kalır. Yeterince iyi bir bürodaysan bir yıllığına bütün hayatın onların kontrolü altındadır. Çok bilgi eksiği olan, isteksiz ve daha önce eğitim konusunda özgüveni kırılmış, özel ilgiye alışkın öğrenciler için idealdir. Bu arada yoğun bir dershane temposu istemeyen ancak bazı derslerde sağlam temeller atıp ÖSS'ye ön hazırlık yapmak isteyen ara sınıf öğrencileri için de büroların ideal olduğunu düşünüyorum.

Bir de özel ders alternatifi var ancak şu anki derdimiz özel ders alınmalı mı, alınmamalı mı, nasıl olmalı vs değil dershane irdelemesi olduğundan konuyu dağıtmak istemiyorum. Belki başka bir yazıda...

Sevgili adayımız ve ailesi bu veriler üzerine düşünüp elimizdeki listeden bir eleme yapıyorlar. Geriye kalan, 'olabilir' ihtimali tanınan yerlerle görüşüyorlar ya da birlikte görüşüyoruz. Son karar çoğunlukla öğrencimizin gönlünün olası yerlerden hangisine ısındığı ile netleşiyor. Çünkü, daha ilk anda sevmedikleri bir yerde mutlu olma, verim alma şansları düşüktür.

Dershanelerle görüşürken :

1- "Aman da şöyle etütlerimiz var, her istediği zaman etüt alabilir, cart etüdü curt etüdü, etüt de etüt..." gibi konuşmaların çığrından çıktığını hissettiğiniz yerlerden kaçın. Etüt dersaneciliğin şov kısmıdır. Asıl olan derstir. Etüt öğretmenin çalışıp öğrencinin tembelliğe alıştırıldığı bir sistemdir. Çocuklarınızın tembelleştirilmesine izin vermeyin. Çocuğunuz başarı istiyorsa terlemek zorunda!

2- Ders saatlerinin sınıf etütleri vs. ile artması sözde az paraya çok ders satın alıyormuşsunuz hissi uyandırır. Ancak çocuğunuz bir makina değildir ve o dersler için yollarda harcadığı saatler, ekstra bedensel yorgunluklar verimden düşüren etmenlerdir. Dershane size az ama kaliteli zaman vaadedebiliyor mu, buna dikkat edin.

3- Öğretmenlerin kurumdaki geçmişini sorabilirsiniz. Öğretmenlerin geneli(%80 ya da daha fazlası) sadece bir-iki yıldır o kurumdaysa şüphelenmek için iyi bir nedeniniz var demektir. Varolan dershane piyasasının genel alışkanlığı öğretmen maaşlarını düzgün ödememek ya da hiç ödememektir. Bu da öğretmenin verimini düşürür. Mutsuzdur. Kaygılıdır. Mali sorun idareyle arada farklı alanlarda olumsuzluklara da dönüşür. Bu nedenle öğretmenler, özellikle son aylara doğru, hayrına çalışma hissiyatına kapıldıklarından enerjilerini düşük tutup derse girmiş olmalarını bile lütuf sayarlar ki bu kabağın çocuğunuzun başına patlaması demektir. Bu tür kurumlarda da öğretmen en fazla iki hadi bilemedin üç verimsiz sene geçirdikten sonra mutlaka ayrılır. Çocuğunuzu yaptığı işten keyif almayan öğretmenlere maruz bırakmayın.

4- Konuların yetişeceğine dair garanti isteyin. Bu sonucu değiştirmez ama karşıya "sıkı" vermiş olursunuz sadece.

5- Size %100 başarı vadeden ifadeler varsa şüpheyle yaklaşın.

Bir iki uyarı da kayıt sonrası için:

Sürekli öğretmen, sınıf, program değişimi iyi birşey değildir. Çocuğunuz dershanede sıkça bunları yaşıyorsa yumruğunuzu masaya vurun.

Veli toplantıları göstermeliktir. Dershanecilikte denetmen sizsiniz. Siz dershaneyi denetlemezseniz kimse denetlemez, denetlermiş gibi yapar, bunu unutmayın.